18 Mart 2013 Pazartesi

Ayna

Bu hafta bir hikaye  anlatacağım.
Uzak diyarlardan birinde ufak bir kız yaşarmış. Beş yaşlarında sarı bukleli şirin mi şirin bir kız çocuğu. Evin tek kızı imiş. Anne ve babası ile küçük bir kasabada yeşilliklerin içinde mutlu mu mutlu yaşayıp giderlermiş.
Günlerden bir gün seyyar bir satıcı gelmiş kasabalarına. Sırtında eski püskü bir çuvalı ile bir şeyler satıyormuş.
Ufak kız,  arkadaşları ile evlerine yakın bir sokakta oynarken çuvalı taşıyan bu yabancıyı farketmişler. Nasıl farketmesinler, ufacık kasabada herkes birbirini tanıdığından, yabancının farkedilmemesi imkansızmış zaten.
Hemen yabancının peşine takılmışlar. Yabancı tek tek evlerin kapısını çalıyor ve var mı istediğiniz bir şeyler diye soruyormuş.
Evlerinin kapısını açan kasaba sakinleri önce bu yabancı karşısında şaşırıyorlarmış. Sonra da ne satıyorsun diye soruyorlarmış.
Yabancı, bahçeli ufak bir evin kapısını çalmış.Tombul orta yaşlarda bir kadın açmış kapıyı. Buyrun demiş kadın, birşeyler mi satıyorsunuz diye gönülsüzce sormuş adama.
Yabancı satıcı bu soru karşısında önce derin bir nefes alıp çuvalını yere bırakmış. Bir soluklandıktan sonra; neye ihtiyacınız var diye sormuş kadına. Beklemediği soru karşısında afallayan tombul ev sahibesi, aslında bugünlerde kendimi iyi hissetmeye ihtiyacım var, mutsuzum ama bana ne iyi gelir bilemiyorum demiş. Bir de karşılığında verecek param yok, gördüğünüz üzere iyi bir müşteri değilim demiş.
Kahramanımız ufak kız çocuğu, evin dış sokak kapısından tüm olan biteni izlemekte imiş. Ne tuhaf diye düşünmüş, bütün konuşulanları duyduktan sonra. Parasız alışveriş mi olur?
Yabancı satıcı, gözlerini uzun uzun tombul ev sahibesinin gözlerine dikmiş. Gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş. Dikkatlice bakınca kadının gözlerinin parlamadığını renginin soluk olduğunu farketmiş. Ona lazım olan tek şeyin, unuttuğu yaşam enerjisinin hatırlamak olduğunu sezmiş. Dikkatlice bakınca aslında, kadının az önce ağladığını, kapıyı açtığında kadının gözlerinin hala nemli olduğunu anımsadığını farketmiş.
Ben demiş adam, size mutluluk veremem ama küçük bir ayna verebilirim, her sabah uyandığınızda bu aynaya bakıp aklınıza gelen ilk olumlu cümleyi söyleyip 10 saniye beklemenizi istiyorum. Günler geçtikçe böylece kendinizi daha iyi hissedecekseniz demiş. Bunu kendinizi tamamen iyi hissedene kadar devam ettirmenizi istiyorum demiş.
Tombul kadının gözlerinden birden  sağanak şeklinde yaşlar süzülmeye başlamış ve demiş ki ben çok sevdiğim eşimi önceki yıl  kaybettim. O kadar mutlu bir yaşam sürdük ki beraber, onu kaybedince yaşama küstüm, aslında ben de gitmek istedim peşinden ama gidemedim  demiş. Önerinizi deneyeceğim teşekkür ederim demiş.
Bu sırada yabancı satıcı çuvalından küçük, kenar simleri silinmiş ufak bir ayna çıkarmış ve kadına vermiş. Kadın teşekkür ederek peki karşılığında ne vermeliyim size demiş.Yabancı, birşey istemem, siz duygularınızı paylaşarak en güzel hediyeyi verdiniz aslında demiş. Tek ricam, ayna ile işiniz bittiğinde şu kapıda bekleyen ufak güzel kıza onu vermeniz.
Kimbilir günün birinde belki onun da ihtiyacı olabilir demiş ve yoluna devam etmiş.
--
Bu sabah uyandığımda böyle bir hikaye yazmak geçti içimden.Dedim ki kendi kendime; bir ayna alsam elime, uzunca bir süre ona baksam. Sadece baksam. Beklesem ve baksam, o anı sonsuza kadar yaşasam, sadece ben olsam nasıl olurdu? Ben ayna olsam ayna ben olsa, benle aramda hiçbir duvar olmasa, herşey şeffaf olsa nasıl olurdu?
Ne dersiniz? Sizin var mı aynaya ihtiyacınız? Ya da şöyle sorayım. Bu hikayede siz hangisisiniz? Okurken, satır aralarında hangi kahramana yakın hissettiniz kendinizi? Meraklı ufak kıza mı, yabancı satıcı bilgeye mi yoksa yaşama küsmüş ev sahibesine mi?

2 yorum:

deniz dedi ki...

kendimi en çok aynanın kendisine yakın hissettim sanırım:) karşıma çıkan, içimde olumlu ya da olumsuz duygular doğuran herkesin bana ayna tuttuğuna inanıyorum. bu yaklaşım bana kendime dair çok şey öğretti, öğretiyor:)kalemine sağlık sevgili arkadaşım!

Unknown dedi ki...

teşekkürler :))