29 Ağustos 2013 Perşembe

Bir hayat okulu: Yatılılık bölüm 3

İlkokulda otoriter bir  öğretmenimiz vardı. Öğretmenimiz kendince sınıfın parlak öğrencilerinden bir grup oluşturup derslerden sonra bizleri o zamanki Anadolu liseleri, parasız yatılı ve özel okul sınavlarına hazırlardı. O dönemde  sınavı kazanmalıyım diye kendime hedef koymuştum. Yıllar sonra, annemin anlattığına göre sınav giriş parasının bir kısmını  kendimce biriktirmişim. Bizimkiler,  3 çocuk okutan bir işçi ailesi olarak bu kız kazanırsa nasıl okuturuz telaşına düşmüşler. Ama bilmezler ki çocukların para ya da zaman algısı yoktur. Benim de yoktu, o yüzden onları anlamazdım.Yine de sınavlara girdim.
Sınav, yaşadığımız ufak kasabanın bağlı olduğu ilde yapıldı. O kadar çok heyecanlanmıştım ki sınavda bildiklerimi bile yapamamıştım ve çok üzülmüştüm.O yaz  bir akrabamızın köyüne ziyaretine gitmiştik.O sınav anını düşünüp zihnimde soruları tekrar cevaplandırmıştım, zamanı o kadar çok geriye sarmak istemiştim ki ,sınavı tekrar yapabilmek için. Keşke zaman makinesi olsa diye düşünmüştüm..
Sanırım o kadar içten istemişim ki okula kayıt olmayı, kontenjan vs ye bakılınca zaten tek tercihimiz olan İstanbul'daki Cağaloğlu Anadolu Lisesine  kayıt oldum.
Küçük yerlerde tüm törenler bir seremoni halinde yapılır. İstanbul a okumaya geleceğim zamanı çok net hatırlıyorum.Tüm komşular evde toplanmış, herkes bana veda ediyordu. Ben sadece izliyordum. Ablalar bana ilerde başıma gelebilecek regl vs gibi konularda kendilerince bilgi veriyorlardı, toplumsal imece bu sanırım. Babam beni okula götürecekti. Annemin bana sarılıp bırakmayışını hiç unutmam, bir anne olarak uzaklarda okumamı hiç istememişti o dönem. Babam çok destek olmuştu.Yıllar sonra bir uzmanla geçmişimle ilgili konuşurken, bu anıyı anlattığımda  sorduğu soru,  o anı üzerinde tekrar düşünmeme sebep olmuştu: Sahi sarılıp bırakamayan gerçekten annem miydi ben miydim acaba? Sanırım bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğim.

Yatılı okula 11 yaşında başlayınca o vakitler en çok yokluğunu hissettiğim şey  anne baba sevgisi idi. O zamanlar yatakhanede  20 çocuk kalabalık bir aile gibi görünse de herkes hafta sonu eve gittiğinde siz  değerli yalnızlığınızla başbaşa kalırdınız.
İlk regl olduğum günü hatırlıyorum mesela. Ablaların anlattığı kulaktan dolma bilgilere sahiptik. Yaşdaşlarımız regl olduğu için biz de bunu büyümenin bir işareti saydığımızdan yanımızda hep bir ped taşırdık. İlk regl olduğumda annemi aradım heyecanla jetonlu telefonla. Anne ben regl oldum dedim. Sevgi ve ilgi bekleyen bir çocuk olarak. Sanırım 12 yaşında idim. Bazen beklentiniz 550 km uzakta olan  birine bir jetonla yansımayabilir. Annem de sanırım vicdan azabının ve ne diyeceğini bilememenin etkisi ile ben uzaktan ne yapabilirim demişti.O yaştaki bir çocuk için büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım.
Okul hadememiz bir gün bizimkiler telefon ettiğinde bu kızı alın okuldan çok ağlıyor demiş. İlk 2-3 ay alışmak  çok zor gelmişti. Ben de telefonda alışamadığımı ve beni alın diye söylermişim telefonla. Miş'im diyorum çünkü hafızam bir çok olayı silmiş görünüyor.
Sonra annemle babam bana bir mektup yazdı, güçlü olmam gerektiği  ve okumak için biraz sabretmem gerektiği  ile ilgili. Mektuptan   sonra hala beni okuldan almalarını istersem alacaklarını ama kararı benim vermem gerektiğini bildiren bir mektup. Sanırım ben mektubu okuduğum   anda artık çocuk olmaktan çıkmıştım. Birden kocaman bir yetişkin olmuştum. Okuma hırsım yüzümden okulda kalmaya karar vermiştim.
Yıllar sonra hafta sonu evci çıkan yatılı arkadaşlarımla görüştüğümde yatılılığa  alışma dönemlerinde hep beni kendilerine motto olarak alıp bak Nesligül daimi kalıyor diyip kendilerini avuttuklarını itiraf edeceklerdi.
Yatılılıktan bana kalan miras duygu uzun yıllar boyunca yalnızlık duygusu  oldu . Ben bunun yükünü yıllarca taşıdım .Önce farkında olmayarak , sonra  fark ederek, dönüştürerek ve geliştirerek ve bu satırları yazarken gülümseyerek. Var mı  böyle miras duygularınız şu anda sizi gülümseten?









Hiç yorum yok: